Pages

20 Şubat 2009 Cuma

Ucuz Mizah

Ucuz Mizah Nedir?

Toplumun değer yargılarına ters düştüğü için mizah kaynağı olarak kullanılmamış konuları irdeleyip oluşturulan mizaha ucuz mizah diyorum. Böyle bi terim var mı bilmiyorum ama ben bunu kullanacağım.
Böyle bir mizah oluşturabilmek için hiç zeka kullanmaya gerek kalmıyor. Çünkü daha önce kullanılmamış konulardan bahsediyoruz. Yani konu bolluğu var. Bu kullanılmamış konular neler; belden aşağı konular, küfür ve hakaretler,..vs
Bir komedyen (ya da öyle olduğunu düşünen biri) çıkıp milletin karşısına ağzına geleni söylüyor, küfrediyor. Böyle bir durum bana anlatılsa devamında linç girişiminin geleceğini düşünürdüm. Ama her zaman böyle olmuyormuş. Böyle bir komedyene gülen insanlar var ve çoğunlukta.

Çöküş

Mizah bir ülkenin kültürünün bir parçasıdır. Farkına varmadan bu kültürü yozlaştırıyoruz. Seçici olmadığımızı Recep İvedik 2 de gördüm. Sinema salonunun önündeki o kuyrak yeterince açıktı. Ama gol geliyorum demişti zaten. Youtube gibi sitelerde yayınlanan ve çok talep gören kayıtlar bunun bir habercisi idi. Bir kısmınız karşılaşmış olabilir; oflu hoca serisi, küfürlü reklamlar,.. vs Tamamen küfür içeren kayıtlar, hiç zeka kullanılmadan yapılan espiriler (bana göre değil ama gülen insanlar olduğu için espiri diyorum). Bu internet üzerindeki kayıtlardan önce de mizah dergilerinde çıkan karikatürler vardı. Her hafta bir dergi espiri yapma mecburiyeti olan karikatür çizerleri, zaman kısıtlamasından veya mizah yetersizliğinden bu ucuz mizaha sarılıyordu. Bu durum hala devam etmekte zaten. Leman, Penguen, Uykusuz,.. hangisini alırsanız alın sayfalarının %80 dediğim gibi ucuz mizah konuları ile doldurulmuştur. Ve bunlara gülen insan bulmak da hiç de zor değil.
Recep İvedik filmine gitmiştim. Kültür çatışmasını konu alan bir komedi filmiydi ama küfürlerde havada uçuşuyordu. G.O.R.A da yeterince küfürlüydü. Cem Yılmaz'dan beklemediğim bir filmdi bu. Çok güzel mizah anlayışı olan biri çünkü. A.R.O.G da bu durumu biraz olsun kurtarmıştı. Ama bu seferde izlenme oranı düştü, (beklenildiği üzere). Rakip olarak görünen Recep İvedik 2 nin gerisine düştü ama kaliteyi korumuş oldu.

Umut...

A.R.O.G filmi birilerinin bu gidişi gördüğünü ve dur demek istediğini gösterdi. Tabi bunun en güzel örneği 6 yıldır televizyon ekranlarında ilk sıralarda bulunan Avrupa Yakası. Bizim kültürümüze çok yakın ve kaliteli mizah yapılan en güzel yapımlardan biri. Bir aralar Tatlı Hayat vardı. O dizi de uzun süre ekranlarda kaldı, gayette güzeldi. Bu tip yapımlarım uzun soluklu olması biraz olsun içimi rahatlatıyor. En azından seçme şansımız oluyor.
Yılmaz Erdoğan'ı eğer hiç izlemediyseniz herhangi bir filmini izlemenizi isterim. Kaliteli mizah ile ucuz mizah arasındaki farkı göreceksiniz.

17 Şubat 2009 Salı

Savaşçı

Beğendiğim bir kitaptan alıntı yapacağım. Kitap Doğan Cüceloğlu'nun yazdığı meşhur Savaçşı. Eğer psikoloji ile ilgileniyorsanız tavsiye ederim. Aksi halde yan etkileri görülebilir, sıkıcı gelebilir. Arif Bey adında bir öğretmen ile Doğan Bey'in sohbetlerini içeriyor kitap. Arif Bey idealleri uğruna öğretmen olmuş ama çeşitli sebeplerden yanlış karar verdiğini düşünmekte. Doğan Bey de ona yardımcı olmaya çalışıyor. Bu gönderiyi yazmamın sebebi ise kitabın arkasındaki çok güzel bir söz. Daha fazla uzatmayıp sizle paylaşayım.
e.e. cummings der ki:
Seni diğerlerinden farksız yapmaya
bütün gücüyle çalışan bir dünyada,
kendin olarak kalabilmek,
dünyanın en zor savaşını vermek demektir.
Bu savaş bir başladı mı,
artık hiç bitmez!...

13 Şubat 2009 Cuma

I am Sam

İzlediğim filmleri çok çabuk unutuyorum. İlk filmin ismini unutuyorum. Zamanla nasıl bittiğini, konusunu derken filmdeki kareleri unutmaya başlıyorum. "I am Sam" filmini daha yeni izledim. Bunu da unutmadan paylaşayım :)
Film zeka yaşı 7 olan bir adamın hayatını anlatıyor. Sam'in evsiz bir kadından çocuğu oluyor. Kadın da tabi çocuğu Sam'in üzerine bırakıp gidiyor. Çocuğu 6 yaşına kadar büyütüyor fakat çocuk zamanla babasının farklı olduğunu anlıyor. Bu fark aslında onlar için çok büyük bir problem değil ama devlet çocuğu Sam'dan alıp ona yeni bir aile arıyor. Sam çocuğu geri almak için avukat tutuyor. Filmin büyük bir kısmı da çocuğunu geri alma çabasını anlatıyor.
İzlemeye başladığınızda karşınızda acınacak halde bir adam duruyor. Kendisini bile zor idare eden Sam, çocuk büyütmeye çalışıyor. Fakat filmin sonuna doğru Sam'in bazı şeyleri birçok kişiden daha iyi yaptığını görüyorsunuz. O haldeki birinden bile öğrenilecek şeylerin olduğunu ispatlıyor film. Filmin başlarında fark edemediğim bir ayrıntıyı filmin sonuna doğru yönetmen resmen gözüme soktu.
Filmde oyunculuk süperdi. Sam ve arkadaşları sanki rol yapmıyorlardı. Akıl hastahanesinden getirip film çektiklerini düşündürecek kadar iyidiler. Tabi çocuğu rolündeki Dakota Fanning ile avukatı Michelle Pfeiffer'ın da hakkını vermek gerek. Fırsat bulursanız izlemenizi tavsiye ederim.

11 Şubat 2009 Çarşamba

Açgözlülük

Bu aralar Üstün Hoca'nın kitaplarına merak sardım. Son kitabında (Küçük Şeyler 3: Yaşama Yerleşmek) güzel bir hikaye vardı açgözlülük üzerine. Üstün Hoca da bu hikayeyi Tolstoy'un bir kitabında okumuş.
Hikaye Yakutistan da geçiyor. Yakutların ilginç toprak satma yöntemi varmış. Toprak almak istediğinizde bir gün önceden alabileceğiniz toprağa oranla çok az bi para veriyormuşsunuz toprak sahibine. Sonraki gün erkenden araziye gidiyormuşsunuz. Toprak sahibi size 4 tane kazık bir de çekiç veriyormuş. İlk kazığı bulunduğun yere çakıyorsun. Daha sonra istediğin yöne doğru gidip istediğin yerde ikinci kazığı çakıyorsun. Bu çizdiğin çizgiye dik olacak şekilde gidip üçüncü kazığı çakıyorsun. Dördüncü kazığı da ilk çizgiye paralel giderek çakıyorsun. Burdanda güneş batmadan ilk kazığa gidip dokunman gerekiyor. Yani sonuçta bir gün içinde dikdörtgen biçiminde bir alanı çeviriyorsun ve o topraklar senin oluyor. İlk bakışta toprak sahiplerinin zarar etmesi beklense de tam tersi oluyormuş. Sebebi de herkesin daha çok alanı çevirebileceği düşüncesiymiş. Daha fazla toprak alabilmek için kazıkları uzak çakanlar güneş batmadan ilk kazığa dokunamıyor, parası da arsa sahibine kalıyormuş.
Hikayede adamın biri toprak almak için arsa sahibine parayı bir gün önceden yatırıyor. Sonraki gün güneş doğmadan arsa sahibiyle arsaya gidiyorlar. Güneş doğunca ilk kazığı çakıp koşmaya başlıyor. İlk kazığı çaktıkları yer tepe üstü bir alan. Epey bi gittikten sonra ikinci kazığı derken üçüncüyü de çakıyor. Çok fazla toprak almak istediği için dördüncü kazığı çaktığında güneşin battığını görüyor. Koştuğu için nefes nefese kalıyor. O kadar yorulduktan sonra güneşin battığını görünce üzülüyor tabi. Toprak sahipleri ilk kazığın yanında yani tepe üstünde. Dördüncü kazık ise bu tepenin eteğinde. Arsa sahipleri ilk kazığın olduğu yerden güneşin hala görüldüğünü söylüyor. Eğer batmadan yetişirsen bu toprağı sana vereceğiz diyorlar. Bu kişi de son bir nefesle düşe kalka birinci kazığa doğru koşuyor ve güneş batmadan önce ilk kazığa dokunuyor. Ama aşırı yorgunluktan kalp krizi geçiriyor ve hemen orada ölüyor. Arsa sahipleri adama üzülüp mezar kazıyorlar ve adamı orada defnediyorlar. Adam gün boyunca koca bir toprak çevirmek için uğraşırken gün sonunda sahip olduğu toprak sadece 2 metre uzunluğunda yarım metre genişliğinde bir toprak oluyor.
Açgözlülük elbette kötü bir davranış. Ama sadece elindeki ile yetinmek de gelişmeye, yeniliğe kapıları kapatmak olur. Bu iki arasında iyi bir denge kurabilmek dileğiyle..